İÇİMDEKİ BİLGELİK -1-
Merhaba,
Bir gece
beyaz sakallı bir dedenin perdeleri hafif rüzgarla dalgalanan penceremden içeri
girip çevresine saçtığı ışık hüzmeleri eşliğinde bana şu cümleleri
fısıldadığını hatırlıyorum:
“Hayat bir
oyundur, çocuğum. Keyfini çıkar.”
Benim deli
olduğumu düşüneceksiniz biliyorum. Lütfen benim adıma endişelenmeyin. Tabi ki
bir gece odama destursuz giren yaşlı bir amca olmadı, lakin o yaşlı amca ben
dünyaya geldiğimden beri, evet; annenim karnında henüz bir embriyo haline dönüştüğümden
beri hep benimle birlikteydi ve hala benimle.
Bir topun
peşinde saatlerce koşturabilirdim çocukken ve bunu yaparken yorulmak nedir
bilmezdim. Yorulmak, yarıda bırakmak ya da pes etmek sadece bir teferruattan
ibaretti benim için. Yüksek ağaçlara çıkıp çağla badem toplar, dağları gezer ve
arkadaşlarımla inşa ettiğimiz hayali evrenimizde maceradan maceraya koşardım. O
zamanlar içimdeki bilge ile çok iyi anlaşırdım; tıpkı bir dedenin torunuyla
geçirdiği vakit kadar eğlenceli ve verimliydi ilişkimiz. Mesela karlı bir günde
bana:
“Hadi Hakan!
Neden o boş evin terasına çıkıp biraz macera yaşamıyoruz?” dediği anı asla
unutamıyorum.
“Aaa!” dedim
tabi ki. “Çok iyi fikir.”
Hiç de iyi
bir fikir olmadığını, henüz inşaat halinde olan evin terasına çıktıktan sonra
karın altına gizlenmiş buzun üzerinde kayarak bahçedeki dik paslı demirlerin
üzerine 40 metre yükseklikten neredeyse düşmek üzereyken anladım. Terasın tek
buzlu olmayan kenarı beni durdurmasaydı sonuç ölümle sonuçlanabilirdi.
Yaşadığım korkuyu asla tam olarak ifade edemem.
“Ama amca,
sen beni koruyorsun sanıyordum.” dedim içimdeki bilgeye.
“Hayat bir
oyundur çocuğum, keyfini çıkar.” diye cevap verdi bana.
“(!)”
O gün
içimdeki bilgelik ile ilişkim ilk hasarını almış oldu. Bilgelik benim eğlenmemi
mi istemişti? Yoksa henüz 12 yaşındayken feci şekilde can vermemi mi? Kendime
bu soruları çok sordum. Bugün karanlığın içinde gizlenen ışığı görür gibiyim.
Evet, arkadaşımla inşaatın terasına çıkıp o eşsiz manzaranın tadını çıkarmak
harikaydı. Sivri demirleri görünce yaşadığım korku ise tam anlamıyla bir
faciaydı. Hayır, ölmemiştim. Orada beni koruyan buzsuz bir alan vardı ve düşmek
üzereyken beni tutmuştu. Bilge haklıydı: Hayat bir oyundu. Söylemediği şey ise
oyunun kurallarıydı.
Yastığınızı
göz yaşlarıyla ıslattığınız olduğu mu? Hayatın sizin için çok kötü planları
olduğunu düşünürken kendi kendinize yazdığınız felaket senaryoları içinde
kaybolduğunuzu… “Ömür boyu böyle mi sürecek?” diye sorarken buldunuz mu
kendinizi. Ya da sabah işe giderken ait olduğunuz yerin o sıkıcı gri masa
olmadığını düşündünüz mü? Heyecanlı, deli dolu, mutlu ve tam da hayal ettiğiniz
gibi bir yaşamın hayali kurarken hiç de tahmin etmediğiniz bir olay örgüsüne
katlandığınızı fark ettiniz mi? Kalbiniz kırıldı mı? Hayal kırıklığına
uğradınız mı? Ya tek başına atlatmak zorunda kaldığınız engelleriniz? Ya da
kendinize şunu mu sordunuz: “Ben bunları hak edecek ne yaptım?” Hatta Tanrının
tüm hediyeleri insanlara dağıtırken sizi özellikle es geçtiğini bile düşünmüş
olabilirsiniz. “Haşa!” dediğinizi duyar gibiyim. Çekinmeyin lütfen. Hayat
sadece bir oyundur ve bizler bu oyunun en heyecanlı yerindeyiz.
Kendinizi bu
oyunun içindeyken hayal edin ve o oyundan ailenizi, akrabanızı, eşinizi,
çocuklarınızı, arkadaşlarınızı ve düşmanlarınızı silin. Gayrimenkullerinizi,
taşınabilir mallarınızı, üzerindeki kıyafetlerinizi, işinizi ve sahip olduğunuz
tüm oyuncaklarınızı o oyundan silin. Hatta daha fazlasına cüret edin ve tüm
dünyanızı silin. Öyle bir silin ki sizin haricinizde her yer koca bir boşluk
olsun. Fizik kurallarının olmadığı bir hiçliğin içinde hayal edin kendinizi.
Şimdi kendinize şu soruyu sorun:
“Bana ait
her şey yok olduğunda benden geriye ne kaldı?”
Diğer Köşe Yazıları için Tıkla!
Hakan AYDIN
Görsel Kaynak: http://www.beinspiredbyhim.com/
Yorumlar
Yorum Gönder