32 - Ravira
Uras
bulunduğu yerden doğrulmak istedi; başarısız oldu. Vücudunu saran USO’yu kaldıramıyor,
sanki kendini demirden bir mezarın içine hapsolmuş gibi hissediyordu. Kadının
küp bölmeden ayrılarak havada yere doğru hiçbir şeye tutunmadan yavaşça alçalışını
izledi. Yere yumuşak bir iniş yapan kadın uzun ve seri adımlar ile Uras’a doğru
yürüdü ve birkaç adım kadar yaklaştıktan sonra şövalyenin hemen yanında durdu.
Uras uzandığı
yerden kadını rahatlıkla görebiliyordu. Esmer tenliydi ve başının arkasından atkuyruğu
şeklinde beline kadar saldığı uzun siyah saçları vardı. İnce, düz ve çekik
kaşlarının altında kararlı ve ciddi bakan buz mavi gözleri gece karanlığına
rağmen fark edilebiliyordu Uras. Bu kadar açık renkli bir çift göz ile daha
önce hiç karşılaşmamıştı. Bir kadına göre geniş denebilecek omuzlara, kaslı uzun
kol ve bacaklara sahip olan kadının üzerine giydiği lacivert üniforması, vücudunun
tüm kavislerini detayıyla vurguluyordu. Üniformasının sağ göğsünün üzerinde ise
“w” harfine benzeyen gümüş renkli bir arma göze çarpıyordu.
“Buluşma
noktası burası değildi. Sana talimatı verirken neyi es geçtiğimi
hatırlamıyorum.” dedi kadın.
“Görev
kontrol dışı sekteye uğradı efendim. Hedef başarıyla güvene alındı.” dedi kara
şövalye. Demek o korkunç zırhın ardında biri vardı ve konuşabiliyordu diye
düşündü Uras.
Kadın buz
mavisi gözlerini Uras’a çevirdi ve:
“Onu derhal
içeri al. Uzaklaşmamız lazım.” dedi. Ardından arkasına döndü, az önce geldiği
yöne doğru yürüyerek yere indiği noktada durdu, bir süre bekledi, çok geçmeden
ayakları yerden kesildi ve gemiye doğru yavaşça yükselmeye başladı. Kara şövalye
sol bileğinin üzerinde takılı olan minik bir cihazı Uras’a doğru çevirdi.
Parmağı ile üzerine birkaç dokunuş gerçekleştirmesinin ardından Uras birden
kendini yüzlerce kırmızı renkli ışık noktalarının içinde buldu. Noktalar
giderek çoğalıyor, birbirleri ile birleşerek boşlukları dolduruyordu. Kısa sürede
noktalar, Uras’ı tamamen çevreledi ve ortadan kayboldu. Hemen ardından Uras, sırtının
yere değmediğini fark etti; gemiye doğru yavaşça yükseliyordu. Arkasından kara
şövalye de ona eşlik etmekteydi. Gemiye doğru yavaşça ve sessizce yükselen bu
üç kişi dışında biri, olan biten her şeye tanıklık ediyordu. İlk bulduğu ağacın
arkasına saklanmayı başaran Maya, dehşet dolu gözlerle Uras’ın ve iki
yabancının cam bölmeye girişlerini izliyordu. Bunlar, Maya’nın gördüğü son şey
olmuştu, çünkü uçan yamuk piramit ansızın gökyüzünden hiç yokmuş gibi silindi ve
koy eski karanlığına tekrar kavuştu.
***
Bekleyişle
geçen saatlerin ardından Uras, gemiye ilk girdiği beyaz bir odanın içerisinde, havada
asılı şekilde beklemekteydi. Kara şövalye onu odada tek başına bırakmış, spiral
şekilli ilginç bir kapı vasıtası ile yürüyerek odadan ayrılmıştı. Uras ellerini
ve ayaklarını hareket ettirebiliyordu, fakat bunun bir anlamı yoktu. Tıpkı hareket
etmek için rüzgârı bekleyen ipine asılmış bir balon gibi çaresizdi. Kara şövalyenin
yürüyerek çıkmasına rağmen kendisinin hala havada olmasının mutlaka mantıklı
bir açıklaması olmalıydı.
Yüksek
voltajla aydınlatılan bu hissiz odanın içerisinde sırada ne ile karşılaşacağını
bilmeden anlamsız bekleyişine dair bir cevap bulmaya çalışıyordu. Tavan lambası
ya da ona benzeyen herhangi bir aydınlatma sisteminin olmamasına rağmen odanın
nasıl bu denli parlak olabileceğini düşündü. Bir an sonsuza dek bu şekilde
bekleyeceğini sandı. Bunun yerine ölmeyi yeğlerdi. USO’nun içinde hapsolduğu
yetmezmiş gibi şimdi beyaz ve gölgesiz bir odanın içinde mahkûm edilmişti.
Neresinin tavan, neresinin zemin olduğunu sadece spiral kapıdan ayırt edebiliyordu.
Kara şövalye odadan ayrıldığı sırada, açılan kapının ardından geminin içini bir
anlığına olsun görebilme şansı elde edebilmişti. Bulunduğu oda kadar olmasa da
oldukça iyi aydınlatılmış daha geniş bir odaya çıkıyordu kapı.
Ölüm gibi
geçen uzun sürenin daha ardından kapı nihayet açıldı. Odaya lacivert üniformalı
iki dazlak adamın girişi Uras’ın bir anda irkilmesine ve heyecanlanmasına neden
oldu. Dazlakların ikisi de birbirine benziyordu ve ellerinde geniş namlulu bir
çeşit elektronik silah taşıyorlardı. Gözbebekleri tıpkı sahilde karşılaştığı kadınınkiler
gibi buz mavisiydi. Silahlarını Uras’a doğrultular ve hiç beklemeden
ateşlediler. Uras birden kendini şeffaf beyaz saydam bir kürenin içinde buldu.
Küre esnek bir yapıya sahipti ve yüzeyi hareket ederek dalgalanıyor, köpükten
bir balonu andırıyordu. Silahlar ile küre arasında bir akım vardı; böylece Uras’ı
çekerek onu uçan bir balon gibi yönlendirebiliyorlardı. Kapıya doğru
yaklaştığını fark eden Uras, saatlerdir ilk defa hareket ediyor olmanın gerginliğini
yaşarken, kontrol tamamen dazlakların elindeydi. Onu kapıdan geçirdiler ve bir
sonraki odaya girdiler.
Uras diğer
odaya girer girmez bir düzine dazlak ile daha karşılaştı. Onların da gözleri ilk
iki dazlak gibi buz mavisiydi ve küçük farklar dışında birbirlerine
benziyorlardı. Ellerindeki silahlarla karşılıklı dizilmişler, onun ve iki
dazlağın geçebileceği genişlikte dar bir koridor oluşturmuşlardı. İki askerin
eşliğinde kürenin içinde havada süzülerek ilerleyen Uras etrafına hızlıca göz gezdirme
şansı elde etti. Burası, bir önceki bulunduğu yere göre daha olağan şekilde
aydınlatılmış genişçe bir odaydı. Gri renkli bölmeli dolaplar, çeşitli aygıtlar
ile donatılmış koltuklar ve duvarda sıra sıra asılmış dalış kıyafetlerini
andıran süitler gördü Uras.
Dazlaklar
onu bir başka spiral kapıya doğru götürüyorlardı. Uras, kaç odaya daha gireceğini
düşündüğü sırada, önündeki iki dazlağın varlığını algılayan kapı dönerek açıldı
ve sahildeki kadınla tekrar karşılaştı. Her iki yanında ondan daha iri ve uzun
boylu birer kara şövalye vardı. Hangisinin üvey ailesini katleden ve kendisini
vuran şövalye olduğunu seçemedi Uras. Bu garip yerde birden fazla oldukları kesindi.
Bu sefer,
bir başka odaya girmiyor olduğunu gördü Uras. Geçmekte olduğu kapı, uzun ve
geniş bir koridora çıkıyordu. Kadın arkasına döndü ve şövalyeleriyle birlikte koridorda
ilerlemeye başladı. Kadın, şövalyeler ve iki dazlak önünde; diğer dazlaklar ise
arkasında koridor boyunca yürüdüler. Kafileyi bir başka kapı karşıladı. Bu,
daha öncekiler gibi spiral bir kapı değildi; geniş ve enliydi. Kadın ve şövalyeler
her iki yana doğru açılan kapıdan geçerek içeri girdiler ve yüzlerini Uras’a
dönerek geriye kalanların içeriye girmesini beklediler. Burası tavanı alçak bir
odaydı ve girdikleri kapı haricinde herhangi bir çıkış noktası görünmüyordu. Herkes
içeri girdikten sonra kapı hızla kapandı ve oldukça kısa bir sürenin ardından
tekrar açıldı.
Dazlaklar,
ellerinde sıkıca tuttukları silahların yardımıyla Uras’ı dışarı sürüklediler. Onları
kadın ve şövalyeleri takip etti. Uras hayretler içerisinde etrafına bakıyordu.
Dar ve basık odalardan sonra böylesi yüksek ve geniş bir yere geleceğini tahmin
etmemişti. Yarım küre şeklinde dev bir akvaryumu andıran cam duvarların ardında
büyüleyici bir yıldız manzarası hemen gözler önüne seriliyordu. Cam duvarlar birbirleri
ile iç içe geçmiş iri ve eğri blokların bir araya gelmesinden oluşuyor, birleşme
yerlerinde çizgi halinde hatlar meydana getiriyordu. Uras, bu müthiş kubbe
yapının sıradan camdan olmadığını hemen idrak etmişti; çünkü camın üzerinde
farklı renklerde birçok şekil ve daha önce hiç karşılaşmadığı dilde birçok yazı
ve simgeler vardı; bunlar sürekli değişiyor ve hareket ediyordu. Cam blokların
bir tür bilgisayar ekranı vazifesini görüyor olduğunu düşündü Uras.
Zemin,
elektronik cihazlar ve onu kumanda eden lacivert üniformalı çalışanlar ile doluydu.
Bir an kendini bambaşka bir teknolojinin içinde bulan Uras, nereye bakacağı
konusunda şaşkınlık yaşıyordu. Genel olarak alan, sandalyesine oturmakta,
ayakta durmakta veya bir terminalden diğerine aceleyle yürümekte olan üniformalılar
ile doluydu. Kimilerinin önünde saydam konsollar ve çeşitli boyutta cam ekranlar
bulunuyordu. Üniformalılar bu ekranların üzerine elleriyle dokunarak ya da
sürükleyerek bir takım işlemler yapıyorlardı. Aynı zamanda kulaklarına takılı
minik cihazlar aracılığı ile konuşuyorlar, bir hayli meşgul görünüyorlardı. Bu
hareketliliğin arasında en dikkat çekeni ise, alanın merkezini işgal eden,
çevresini tamamen izleyebilme yetisine sahip, biri diğerlerine göre daha büyük
olan üç koltuktu. Büyük olanı, diğer ikisinin arasında yer alıyordu. Koltuklar,
üç basamaklı daire şeklinde bir pistin üzerine monte edilmişlerdi. Yüksek yaslanma
yerleri yüzünden üzerlerinde kimlerin oturduğu görülmüyordu, fakat büyük olan
koltukta önemli birinin oturmakta olduğuna emindi Uras.
Bir kadın
sesi duyuldu. Bu sahildeki kadının gür, nameli ve standart üsluplardan uzak
sesiydi:
“Size
Lirgo Ravira’yı takdim ediyorum Kumadan Valdemar!” dedi kadın. Sesindeki
ciddiyet ve mağrurluk dikkatlerden kaçmıyordu. Uras’ın yanından geçti, koltuklara
yaklaşarak sol dizini yere koydu ve başını öne eğdi. Koltuk yavaşça döndü ve
üzerinde kimin oturduğu nihayet görülmüş oldu. “Kumandan” diye hitap edildiğine
göre karşısında duran adam onların lideri olmalıydı.
“Lirgo
Ravira!” dedi kumandan. Genç ve tok sesinden bu kelimeleri duymaktan sevinç
duyduğu hemen anlaşılabiliyordu. Gözlerinin önünde çerçevesiz ve zarif bir
gözlük takılıydı. Öne doğru uzatmış olduğu uzun bacaklarını geri çekti ve gözlüğünü
çıkararak hemen önünde duran cam terminalin üzerine koydu. -Çıkardığı
gözlüğün sıradan olmadığı camının üzerinde hareket eden renk ve şekillerden
anlaşılabiliyordu.-
“Adını ve
rengini güzel yıldız Ravira’dan alan Lirgo.” dedi Kumandan, bilgiç bir eda ile.
Uras birden
zihninin ona bir oyun oynadığını zannetti. Kumandanın ve kadının dudaklarından
dökülen tüm kelimeleri bir bir anlamıştı; bu çok garipti. Ağız hareketleri ve telaffuz
ettiği sözler uyuşmamasına rağmen, ne demek istediğini herhangi bir sıkıntı
çekmeden algılayabiliyordu.
Kumandan Valdemar
koltuğundan doğrularak yavaşça ayağa kalktı ve yüksek yakalı lacivert ceketini
düzelterek hemen önündeki basamaklardan ağır hareketlerle indi. Diz üstü çökmüş
vaziyette ve hala başını yere doğru eğmekte olan kadının omzuna dokunarak onun
ayağa kalmasını sağladı ve parmak uçlarıyla çenesinin altını nazik dokunuşlarla
okşadı.
“Benim
güzel Navela’m. Azmine ve kararlılığına güvenmekten asla vazgeçmedim. Beni her
zamanki gibi hayal kırıklığına uğratmıyorsun.” dedi Kumandan. İşittiği övgü
hoşuna gitmiş olacak, Navela mahcup bir gülümseme ile kumandana baktıktan sonra
başını tekrar öne eğdi. Ardından Kumandan, buz mavisi gözleri ile Uras’ı baştan
aşağıya süzmeye başladı. Başının üzerinden ensesine kadar özenle yatırdığı
kumral ve gölgeli saçları açık anlının olduğundan daha geniş görünmesine sebep
oluyordu. Ensesine kadar uzayan düz saçları başının bittiği yerde kıvrılıyor ve
geriye doğru dik bir açıyla yükselerek sabitleniyordu.
Üniformalıların
aksine Kumandan, oldukça farklı bir görünüme sahipti. Cepsiz, uzun ve estetik ceketinin
altına giydiği beyaz parlak dar gömleği, vücuduna oturan lacivert pantolonu ile
uyum içerisindeydi. Herkesin lacivert giymesinin bir nedeni olmalı diye düşündü
Uras, fakat bu gibi şeylere kafa yoracak durumda değildi. Hala USO’nun
içerisindeydi ve henüz İlayda’yı ve Uygar’ı kaybetmiş olmasının yasını bile
tutmaya fırsat bulamamışken kendini bambaşka bir dünyanın içerisinde bulmuştu.
“Ravira...”
dedi Kumadan Valdemar. Kendinden emin adımlarla Uras’a doğru yaklaştı, onu
çevreleyen kürenin hemen önünde durdu ve konuşmasına devam etti.
“7 milyon
yıldır iki gezegene hayat bağışlayan emektar yıldız Ravira giderek büyüyor, aynı
zamanda son zamanlarını yaşıyor olmanın verdiği hüzün ile olgunlaşıyor da. Olgunlaştıkça
genişliyor, genişledikçe semaları süsleyen altuni rengi an be an soluyor. Ravira
bir kızıl dev! Cüssesini kabartması
korkudan, telaştan; belki çaresizlikten... Her ne sebepten olursa olsun, bugüne
kadar hayat verdiği yaşamları teker teker yok etmenin hain planlarını yapıyor
olduğu aşikâr.”
Uras
dikkatle Valdemar’ı dinliyordu; zaten onu dinlememek imkânsızdı. Etkileyici ve ilgi
çekici ses tonu, sakin ve kendinden emin bir konuşma üslubu vardı. Beklenmedik
bir yerde sesini yükseltirken, birden alçaltabiliyordu. Cümlelerini değişken
bir tempoda kuruyor, duyguları karşı tarafa aktarmayı iyi beceriyordu. Ayakları
yerden kesilmiş vaziyette hala kürenin içinde asılı durmakta olan Uras’a doğru
yöneldi ve iki elini arkasında buluşturarak ağır adımlarla Uras’ın çevresinde
yürümeye başladı.
“Gezegenler
Naren’in ve Srilla’nın ressamları, güzel semalarını süsleyen Ravira’nın
resimlerini çizedursun, geleceklerinin mutlak yok oluşundan haberdar olmalarına
rağmen nadide hayatlarını aldırmadan sürdürüyorlar. Ben ise burada bir yok
oluşun değil, dirilişin resmini görüyorum. Karşımda bu güzel zırhı; Lirgo
Ravira’yı göreceğim hiç aklıma gelmezdi. Tabi, bugüne kadar süren varlığından
haberdardık. Sadece bu koca samanlıkta nereden aramaya başlayacağımızı
bilmiyorduk. Ta ki şuana kadar...”
Kumandan,
Uras’ın etrafında bir turluk dönüşünü tamamladıktan sonra tekrar karşısına geçti
ve gözlerini Uras’ın ışık saçan göz yuvalarına dikti. Diğerleri bu ışığa
bakmamaya özen gösterirken Valdemar aksine keyif alıyor gibi görünüyordu.
“O
gözlerin ardında duran zavallı vücut! Her kim isen seni o canavarın midesinden
çıkardığımızda bize minnet duyacaksın.” dedi Kumandan ve başını hafifçe sağa
doğru çevirerek:
“Navela!”
diye seslendi. İsmini duyan kadın seri bir şekilde Valdemar’a yaklaştı ve:
“Kumandanım.”
dedi. Valdemar çenesini hafifçe yukarı kaldırdı ve Uras ile göz teması kurmaya
devam etti.
“Rapor
istiyorum.” dedi Kumandan. Emri duyan
Navela hemen konuşmaya başladı.
“Daha önce
Yarge’ye yakın bir noktada aldığımız sinyali bugün doğrulamış olduk kumandanım.
İlk sinyal kuvvetliydi, ama kesin koordinatları almakta başarısız olmuştuk. Görev
sekteye uğrasa da bu sefer elimizden kurtulamadı. Lirgo hareketlilik kazanınca,
Avcı Zexer biraz gürültü çıkarmak zorunda kaldı.”
“Zexer!”
dedi Uras içinden. Demek o avcı dedikleri kara şövalyenin adı buydu.
“Ne kadar
gürültüden bahsediyoruz? Ayrıntı istiyorum.”
Navela
konuşmaya devam etti:
“Toplam 12
ölü var kumandanım.”
“Bu kötü oldu.
Onu Lirgo’dan çıkardığımızda bize teşekkür etmeyecek.”
“Ayrıca Zexer,
küçük bir kız çocuğu dışında herhangi bir tanığın olmadığı bilgisini verdi.”
“Kız
nerede?”
“Zexer işini
bitiremeden, hedef kızı alıp görev konumundan kaçırmayı başardı. Kızı bulması
için Zexer’i tekrar yere gönderdim. Uzaklaşmış olamaz.”
“Neyse ki
Lirgo elimizde. Kızı buraya canlı getirin.”
“Emredersiniz
kumandanım.”
“Peki,
Ravira’nın içindeki kim?”
Navela
Uras’a baktı ve cevap verdi:
“Ona tam
olarak binici diyemeyiz kumandanım. Lirgo Ravira’nın içine tesadüfen girmiş
olmalı. Bu yüzden sökme işlemi uzun sürmeyecektir.”
Kumandan
Valdemar, Uras’ a doğru bir adım daha yaklaştıktan sonra bakışlarını derinleştirdi
ve kaşlarını hafifçe çattı.
“Hiçbir
şey tesadüf değildir Navela.” dedi ve iç çekti. “Bizler sadece yazarın
kaleminden türeyen kelimelerden ibaretiz ve önceden tasarlanmış bir senaryonun sıradan
oyuncularıyız. Eğer Lirgo onu korumuş ise bunun mutlaka bir nedeni olmalı. Bunu
değiştiremeyiz. Sadece neler olacağını bekleyip görebiliriz.”Hakan AYDIN
1. Bölümden başlamak için TIKLA!
Görsel Kaynak: http://www.huffingtonpost.com
Yorumlar
Yorum Gönder